1 Temmuz 2010 Perşembe

[cadilarmekani], Tutsaklar Okyanusunda Umudu Arayış




 




Dört tarafı suyla ma´mur, mağrur bir okyanustu sürgün. Mavi, umutla aramızda menzildi. Özlemler devrişirirdi kah hüzünlü, kah heyecan kokan. Bizim halat çekmekten nasırlaşmış ellerimiz, boş kaldığı demlerde zulalardan ne hatıralar, ne düşler, ne rüyalar çıkarırdı bir görsen. Güverte bayram yerine dönerdi.

Ayın on dördüne adanmış beyaz bir sayfasına seyir defterinin, büyük tufanlardan kalma ne kadar tezat kalmışsa gönülde, yazardık bir bir.

Hepsinden birer çift olmalıydı muhakkak. Nuh´un gemisinde nasılsa, öyle yani. Birinin hayat bulması için diğeri iliştirilirdi hemen yanına. Hüzün ve mutluluk, ihanet ve sadakat, yalan ve hakikat... Hep bir şeyler eksik kalırdı, hissederdik.

Gönül çarpıntısı umutlar, liman dikizlerdi kuleden. Varacak bir liman. Çölde suya hasret kalanlar gibi, yürek bir tutam toprak arardı okyanusta. Sürgün bütün kozlarını bu kadar küçük bir şey üzerine oynamaktaydı.

Haritalar emrindeydi, şaşarlardı sinsice. Yanılmayacağı zannedilen pusula kendine gelemezdi bir türlü. Böylece mavi, akşamın ilk saatlerinde umut yükünü yıldızların omzuna şal yapardı. Korsan fikirlerin, ayağı prangalı mahkumları saflarına katmaya başladığı anların isyan dalgaları, serbestçe dolaşmaya başlardı güvertede. Sürgün, Lykurgos'tan ve Solon'dan daha ağır cezalar uygulardı her defasında. Bu gemide en büyük isyan, aşka en yakın olandı. En hafif cezaydı idam. Mavi solardı, yıldızlar sönerdi, umut bilmem ki nereye giderdi…
..

Aradan vakit geçmedi. Okyanusta vakit yoktur çünkü. Şuursuzca yaşanılan gece ve gündüzdür her şey..

İlerliyoruz yine. Yeniden umudu bulacağız, korkunun karanlık mahzeninden kurtulmak için. Varabileceğimiz nokta yok. Nokta, belki en fazla aradığımız şey. Ama umudu bulmadan istemeye gücümüz yok onu. Korku, bütün isteklerimizi olduğu gibi, ümitlerimizi de gasb eden zulmetin efendisi.

Tarık misali gemilerini yakanlarla, gemisi hiç olmamış olanlar, deniz tutanlar, denize tutkunlar, ne olduğunu anlayamadığı bu koca okyanusa tutuklular... Yine birileri eksik, hissediyoruz. Bu gidişte bir ahenk eksik, duruş, ilerleyiş…

Bizim noktaya hasret gözlerimiz, ufkun ince uzun çizgisini gördüğünde hayran kalır. Bulunduğumuz bu herhangi bir yerden ayrılırken, uzakların selâmet olduğunu düşünürüz o yüzden. Güneşin geldiği yere olan yolculuğumuz, güneşin gittiği yerin geldiğimiz yer olduğunu anlamamızla sukut-ı hayâl bulur. Zaten böyle hallerde umudu aramak, bir hayâleti bulmaktan kolay değildir.

Gecenin o zifiri karanlığına bakan yüreğimiz, "görünmeyen ve hissedilen"in getirdiği hassasiyetle burkulur. Şefkat yüklü bulut, şiddet dolu hallerle boşaltır içini aynı demlerde. Tam da gönüllerin, susuz sahralardaki kum taneciklerine, yani ufacık da olsun basılacak bir yere hasret kaldığı bekleyişlerdir bunlar. Her şey kaydedilir seyir defterine. Uzlete çekiliriz.

Bundan sonrası, anafor, kasırga…
..

Şimdi yağan kesif bir yağmur. Eğer yıldızlar olsaydı gökyüzünde, yüzümüzde hissettiğimiz ufak dokunuşlar arasından gözlerimizi açmak ve dimdik durup yükseklere bakmak zor olmazdı.

Sürgün, hiç tahammül edemez yeknesak melodisine yağmurların. İster ki şimşekler çaksın, gök gürüldesin. Balıklar hiç çıkarmasın başlarını sudan ve martılar çığlık çığlığa kaçışsın. Yağmur her yağdığında bir taraflara uçar onlar. Lakin aynı umutsuzluğun yorgunluğu mudur bilinmez, üzerimizde daireler çizip duruyorlar.

Gecenin bir yarısında gözlerimiz kapalı. Bir yanda yıldızların hayali, bir yanda kasırgayı bekleyen sürgün. Diğer tarafta aynı umutsuz bizler. Ve kimbilir nerelerde kayıp mavi..

Geceye sesleniyoruz ve bağırıldığı vakit, sese karşılık veren yankıyı dahi özlediğimizi fark ediyoruz birden:

"Gece..

Karanlıkların sultanı iken sen, seyrediyorsun suların fevkinde. Siyahınla setrediyorsun her şeyi. Hatıralarında kim bilir kaç bin türlü esrâr. İnhilâli bekleyen muammalar dolduruyor gelişinle mekânı. Meçhuller çıkıyor dehlizlerinden ve yine efsûnî bir örtü çekiliyor günün üstüne..."

Seslenişimizin aksini dahi bulamamanın kırgınlığı yaşıyoruz. Eğer umudumuz olsaydı, üzülmezdik bu kadar. Mavi olsaydı hele bir de, gülerdik belki de gecenin bu en ağrılı engebelerinde.

Bir kasırga beklemiyorduk. Beklediğimiz umuttu. Sayısız yıldız, elvan elvan mavi.

Umduğumuzu bulamadık.

Hiç beklemediğimiz kasırga vurdu hayallerimizi. Zaten umudu aramak da bir hayâleti bulmaktan kolay değildi.

Seyir defterine yazacak kimse yoktu. Herşey kasırgayla cenk halindeydi.

Savaş, kazanmak için ümit etmekti. Ümit, çetin bir savaşla geldi...
..

Aradan günler geçmedi..

Okyanusta zaman yoktu. Şuursuzca yaşanan gece ve gündüzdü her şey.. Ta ki, güneşin varlığındaki fevkaladeliği anladığımız an´la, an´ın bir zaman mefhumu olduğunu çözene kadar. Bütün o cengin verdiği yorgunluktan ve kesif bir kasırgadan sonra beliren güneşin gözlerimizi kamaştırdığı ân'dı, zamanı hissedişimiz.

Kasırga verdiği bütün zararlarla birlikte geri çekilmişti. İhânetin sürgünle yaptığı gizli anlaşma olmamış olsaydı, bu kadar zayiat vermeyecektik.

Savaşla gelen ümidin ağır yaralarını sarma vazifesi şefkate âitti. Şefkat: "Bu yarayı ben iyileştiremem, bu bir aşk yarasıdır." Dediğinde kesildi teker teker soluklarımız. Sus-puslara karıştı kelimeler. Harfler yutuldu. Sonra herkes bir telaşa tutuldu. Zulalarda kalan ne kadar güzellik varsa döküldü ortaya. Bulamıyorduk. Biz bu gemiye ne zaman binmiştik bilmiyorduk ama, her birimizde bir şeyler eksikti hissediyorduk. Ama bir türlü bulamıyorduk.

Ümidi kazanmışken, çaresizliğe teslim olmuştu avuçlarımız.
Hepimiz sadece ona bakıyorduk şimdi. Umudun yüzüne çöken bütün kederlerin ardından, arada bir aralanan o engin bakışlarından milyarlarca yıldız serpildi etrafa. Parıltılar heyecanla yükselirken gökyüzüne, hilâl ürpertiyle öykünmeye başladı bütün o pırıl pırıl umutçuklara. Çareler azaldıkça bizde, mana veremiyorduk bu yeni yıldız kümelerine. Gözlerimizde bir teşrifat telaşı başlarken, seyir defterini açtık. Tek bir kelime meşk ettik, umudun gelişini resmetmek için. Kalem AŞK'ta kıldı kararını. Ve aşk, kağıda öyle bir mavilikte düştü ki, sürgün sultanlıktan kürek mahkumluğuna düştü o anda. Artık karar vermiştik: Yaşananlar ancak bir düştü. . Düşünce şaştı, hayretin hali pür-telaştı..

Sonra mavi, umudun tutarak ellerinden yükseldi, yükseldi… ve âsumâna ulaştı. Çaresizlikten sıyrılan gönüllerimizdeki bütün kötü kırıntılar kuş olup uçtu. Kelebek olup kanat çırptı. Teker teker uzaklaştılar bizden. Zaman ve mekan kendinden geçerken; güneş günle kucaklaştı, umut maviyle. Hemen ardından gemimiz yepyeni bir limana vardı. Sancaklarda tek bir bayrak dalgalanmaktaydı. Gemi halkı geride kalan her şeyi yaktı. Mavi umuda baktı, umut maviye. Anladık ki sonra: Aslında her birimiz aşkın türlü türlü halleriydik.
Kehânette bulundu en erdemli yanımız: Bu hikâye bir adamın sesinde yaşayacaktı. Her asırda yeni kahramanlar bulunacaktı muhakkak.

Adını koymak için çok zorlanılmadı. Çünkü, hikâyenin adı, sadece AŞKtı...
 
 
  

 

 

 

http://internetkadin.com/forum/index.php

 

 

 

Haydi Abbas ın hikayesi, Haydi Abbas yolun açık olsun..

Güneşin OLsun...

Kilolu kadınlar daha zeki! (ymiş)

 













 





 





 





 





 





 





 





 





 





 





 


 

 

 
 

 

 

__._,_.___





--
Bu e-postayı Google Grupları'ndaki "Cadıların Mekanı - İnternetkadin.com" adlı gruba abone olduğunuz için aldınız.
Bu gruba kayıt göndermek için cadilarmekani@googlegroups.com adresine e-posta gönderin.
Bu gruba olan aboneliğinizi iptal etmek için cadilarmekani+unsubscribe@googlegroups.com adresine e-posta gönderin.
Diğer seçenekler için http://groups.google.com/group/cadilarmekani?hl=tr adresinden grubu ziyaret edin.

Blog Arşivi