30 Ocak 2011 Pazar

| makarna | Kim demiş tarih sıkıcıdır diye... :))



Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz
gibi değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını
düşünün, 1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:
İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs
ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı . Ama yine
de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu
bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana
geliyordu.. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan
sonra oğullarıve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar
ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o
kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek
mümkündü. İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın'
(Don't throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan
gelmektedir.

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların
altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek
yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar
(fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı
kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu.
İngilizce'deki 'kedi-köpek yağıyor' (It's raining cats and dogs)
deyimi buradan gelmektedir.
Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu.
Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük
bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü
bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.

Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden
yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır.
Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı
zaman kayganlaşıyordu.. Bunu önlemek için yere saman (thresh)
seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman
geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak
üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı 'thresh
hold' (saman tutan; Türkçesi eşik idi.

Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük
bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir
şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek
bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece
boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam
ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. '
Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası
dokuz günlük' (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in
the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur. Bazen domuz eti
buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı .
Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş
yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi.
Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup
paylaşıyorlardı. Buna 'yağ çiğnemek' (chew the fat) adı veriliyordu.

Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar
alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe
karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol
açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki
yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü.
Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun
yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı . Çoğu zaman bu tabaklar bayat
ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman
kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde
kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen
insanların ağızlarında 'tabak ağzı' (trench mouth) denen hastalık
ortaya çıkıyordu.
Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile
orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.
Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim
insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan
geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık
yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne
yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına
bakıyordu. Buna 'uyanma' nöbeti deniyordu.

İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer
bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor,
kemikleri bir 'kemik evi'ne götürüyor ve mezarı yeniden
kullanıyorlardı . Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç
tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri
gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir
ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar.
Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna
mezarlık nöbeti 'graveyard shift')denirdi. Bazıları zil sayesinde
kurtulur ('saved by the bell') bazıları da 'ölü zilci' (dead ringer)
olurdu.
Gerçekler bunlar:
Kim demiş tarih sıkıcıdır diye:

Ortaçağda Avrupa'daki rahibelerin yüz ve ellerinden başka yerlerini
yıkamaları kesin olarak yasaklanmıştı. Kastilya Kraliçesi İsabella
bile 50 yıldan fazla süren hayatı boyunca iki kez banyo yapmıştı.
Kirlilik adeti Amerika'ya da bulaşmış Pennsylvania ve Virginia
eyaletlerinde ''banyo yapmayı yasaklayan'' ya da belirli kısıtlamalar
getiren kanunlar çıkarılmıştı. Philadelphia' da ise kanunla bir ay
içinde birden fazla banyo yapan insanlar cezaevine gönderiliyordu.

Tuvaletle henüz tanışmayan Avrupa'da lazımlıkları sokaklara boşaltma
adeti 17. yüzyıla kadar sürdü. Fransa krallarından 14. Louis, gününün
belli bir zamanını lazımlığında oturarak geçirir, devlet işlerini de
buradan yürütürdü.
1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz büyükelçiler, lazımlık kullanma ve
bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden şehirden uzak olan
Tarabya'yaki bir konağa gönderilmişti. 19. yüzyıla gelindiğinde, kesin
olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına
izin verilmişti...


--
BENiM MANEVi MiRASIM BiLiM VE AKILDIR!
 
"Ben, Manevi Miras olarak hiçbir Ayet, hiçbir Dogma,
hiçbir Donmuş ve kalıplaşmış Kural bırakmıyorum.
Benim Manevi Mirasım Bilim ve Akıldır...
 
Zaman süratle ilerliyor, Milletlerin, Toplumların,
Kişilerin Mutluluk ve Mutsuzluk anlayışları bile değişiyor.
Böyle bir Dünyada, asla değişmeyecek Hükümler getirdiğini
iddia etmek, Aklın ve İlmin gelişimini inkar etmek olur...
 
Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim
ve Başarmaya çalıştıklarım ortadadır.
Benden sonra Beni benimsemek isteyenler,
bu temel eksen üzerinde Akıl ve İlmin rehberliğini
kabul ederlerse, Manevi mirasçılarım olurlar."
 
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
 
Grup mail adresi: MAKARNA@googlegroups.com
Grup yöneticisi : makarna+owner@googlegroups.com
Grup anasayfa : http://groups.google.com/group/MAKARNA

Blog Arşivi