15 Haziran 2010 Salı

[cadilarmekani], BOYLESINE SEVDALAR

 Böylesine Sevdalar...


Gülümsüyordu kadın, hiç aklında olmayan bir öyküye soyunmuştu yüreği. Ne kadar uzun zaman geçmişti böyle kanatlanıp uçmayalı. Çok uğraştı, sırası mı şimdi bu duyguların diye düşünüyordu. Eve döndüğünde o gece, ilk işi geçmisteki bir mektubu tekrar okumak olmuştu. "canım sevgilim" diye başlıyordu.. o ilk satırlar tüm duygularını harekete geçirmeğe yetmişti. o an karar verdi, izin verecekti kendine. 

Yaşamalıydı bunu. Sonbaharındaydı, kimbilir belki bir daha rastlayamazdı böylesine kendini uçuran yürek çırpıntılarına. Tüm utancını bir kenara attı. Ve dimdik yürüyerek aynanın karşısına geçti. Kendisine baktı öyle uzun uzun. Hala gençlik günlerinden kalan bir güzelliği vardi. Bir tek şeyi çok derin gördü, alnındaki o tek çizgi kırışığı. Kendisine çok şey ifade eden ama başkasının birşey anlamayacağı bir çizgiydi bu, anlamı büyüktü kendisi için. Hayatını anlatıyordu, sessiz çizgilerle. Bunları düşünürken gözlerine takıldı gözleri. Hüzünle bakıyordu. Derin bir iç çekiş yaşadı. " Kimbilir dedi, bilinmez..." Ne demek istediğini ona bakan biri anlayamazdı. 

"Haydi, hazırlan bakalım" dedi kendine biraz şen birazda şuh olmaya çalışarak. Beğendiği bir erkeğe rastlamıştı. En azından ruhu öyle hissetmişti. Ve kendi de inanmak istemişti. İnandı da gerçekten. İnanmazsa yaşamazdı bu tüm duyguları biliyordu. "hadi bakalım, yarınlarımız bu sefer neler yaşatacak" diye sesli sesli söylenerek ayakkabılarını giydi. 

Dışarı çıktığında, hava alacakaranlık olmuştu, önemli değildi. Gittiği yer de uzak değildi Allahtan, havanın soğuk oluşu yıldırmadı. Yüreği sımsıcacıkdı. Masaya yaklaşdığında, onu karşılayan erkeğe baktı derin derin uzaktan. Heyecanlanmıştı. Kendini yirmili yılların ortalarında hissetti birden. Bu hissedişle aniden de utandı. Bu olacak şey değildi. Ama oluyordu. Kendini öylesine kaptırmışdı ki, ona bakan, gerçekten o yaşlarda olduğuna inanacaktı. Yakışıyordu üstelik ona bu hal bu eda. Onu karşılayan erkek ise tüm erkeksi tavırlarıyla, biraz da ürkek ama bir o kadarda sevecen uzattı elini. Elleri birbirine değdiğinde sanırım anladılar. Neler yaşanacağını. 

Eve dönüş saati yaklaştıkça, içindeki hisleri artık tarif edemiyordu kadın. Hayatında ikinci kez aşık olduğunu anladı. Hava kararmıştı. Çantasındaki anahtarla evin kapisini açtı, evin sessizligi ürkütmemişti onu. Oysa her girişinde eve, o sessizlik delip geçerdi yüreğini. Üzerindekileri acele çıkartıp, koltuğun üzerine bıraktı ve doğru mutfaga gitti. Kendine bir kahve suyu ısıttı, kahvesini aldı ve masaya oturdu. Ne olacaktı? Bu soru ile epey oyalandı. Ama yüreğinin çırpıntısı pek çok şeyin önüne geçmişti bile. Derin bir nefes aldı. "tamam" dedi tekrar, sanırım kendini ikna ediyordu. Kaç haftalardır mehter marşı gibi gidip gelen duygularıyla oyalanmıştı. Genç değildi artık, her ne yaşayacaksa kabulum diye düşündü. 

Çok zor bir beraberliğe adım atmak üzereydi. Bunu yaşamak benim hakkım diye düşündü. Karşısındaki erkeği tam tanımıyordu. Her ne kadar iki senedir aynı ortamdaysalar da, insanları tanımanın ne kadar zor olduğunu artık biliyordu. Bunu zamana bıraktı. Acelesi yoktu. Ama o kadarda vakti yoktu biliyordu. Şöyle gençlik yıllarındaki gibi zaman bolca değildi önünde. Yüreğindeki kırık kanatların çırpınışını hissetti. Hala bir o yana bir bu yana çarpıyorlardı. Aslında korkuyordu. Hemde öylesine korkuyordu ki. Kendine gülümsedi. Bunları düşünürken hem kahvesi soğumuş, hemde akşam iyice örtmüştü gökyüzünü. Oracıkta uykuya daldı.... 

Gözlerini açtığında, boynunun tutulduğunu hissetti, yerinden doğruldu.. Evin içi soğumuştu.. "Of! " dedi. "Unutmuşum şömineye odun atmayı sönmüş işte ateş" diye söylendi. Yerinden gerinerek kalktı, bir adım attı, aklına bir isim düştü. Sonra tekrar koltuğa, o uyuduğu koltuğa yığılırcasına oturdu. Soğuk olan ev değildi. Şöminedeki ateş sönmemişti. aslında odun atmayı da unutmamıştı. Uzun uzun baktı şöminedeki ateşe.. Bir an karlı bir geceye gitti düşüncesi, ve bir elin sıcaklığını hissetti avucunda, başını eğip baktı avucuna..., oradan yazın sıcağına, bir araba dolusu eşya ile yapilan seyahatlere düğümlendi yüreği, elinde olta anlamadığı balık tutma serüvenlerine atladi balıklama düşleri. Kıskançlık yapıp sitemler edişine takıldı aklı, gülümsedi. Hararetli hararetli tartışmalarına gitti aklı. Kim haklı çıktı sonunda diye düşündü tartışmalarının. Pek de önemi yoktu sonuçların zaten. Sevdikleri şeydi insanları konuşmak, irdelemek insan davranışlarını. En çok da balık rakıyı sevdiler birlikte mutfakta yanyana. Kimse anlamadı onların ne yaşadığını. 

O neşeli adamın umarsızca hayata başkalıdırışını düşündü sonra. O sevdiği adamın, gözlerindeki hüznü hatırladı, içi eridi. Başını omzuna dayayıp uzun uzun dinledi onu. Arada hatalarını söyledi yüzüne o kadar dosttular ki, kabul etmedi hiç bir seferinde adam hatalarını, hep bir açıklaması vardı kendince. zaten hep kendimize açıklamalarımız yok mudur, doğruluğuna bi kendimizin inandığı. O kadar zıt kutuplardılar ki aslında, tüm bu zıtlığa rağmen birbirlerini anlamaya çalışdılar..Kadın ona haksızlığını anlattı, anlamadı. Erkek içindeki erimeyen buzları anlattı. Eritemedi kadın. Sonra o derin gözyaşlarını akıtışını geldi aklına, niçin ağladığını, ne olduğun artık biliyordu... Onu tanımak için ne kadar uğraşdığını, aslında uğraşmadığını bunu hissettiğini anladı. Onu yaşayarak tanımıştı, anlamıştı.Onun içindeki hüznü hissettikçe her seferinde kendi yüreğinin kavrulduğunu anladı. Onu o kadar çok sevdi ki kadın, kendini unuttu. Oysa kendisi için başlamıştı bu duyguyu yaşamaya. Onu o kadar çok yaşadı ki, kendini yaşamayı unuttu kadın. Bunu sevgi olduğunu ikiside anlamadı. 

Birden yüreğinde bir sızı duydu. Gözleri daldı gitti.. Kendisini bu kadar üşüten neydi. Birden gerçeği kavradı. Soğuyan ev değildi. İçindeki ateş sönmüştü. Onu kırdığı zamanları düşündü, bilinçaltı savunmaya geçmişti sanırım, kendi incindiği zamanları düşündü. Herşeye rağmen gülümsedi. Ne olur üşürsem diye düşündü, bir kalın battaniye ile ısınırım diyerek acısını bastırmaya çalışdı. Gözlerindeki hüzün derinleşdi. Son gri halkasını koymuştu gözlerine, her gri yağmur bulutu ile ışıldayacağını bildiği yere. 

Gülümseyerek, kalktı yerinden. O köşedeki koltuğa doğru yürüdü. Saate baktı."neye bakıyorsam saate" diye düşündü sesli sesli. Anlamı kalmamıştı zamanın. O koltuğu seviyordu. Sanırım o koltuk kadının unutacağı anılarını barındıracaktı artık. Tüm anıları bir koltukda toplamak fikri cazip geldi kadına. Arada sırada ziyaret eder hatırlarım diye dalga geçti acısıyla.. Aslında kendine değil ona izin vermişti. Sevmişti adam kadını. Kimse anlamadı. 

Şimdilerde nerde kimbilir diye düşünecek kadın. Adam ise kendi dünyasında yalnızlığı ile barışmağa çalışacak, sevmeyi ögreninceye kadar tekrar. Başka ortamlarda dolaşacaklar birbirlerine rastlamamayı umarak. Kadın bir benzer öykü duyacak zaman zaman satır aralarında anlatılamayan, gülümseyecek kendi kendine biliyor. "Bile bile lades de bu kadar olurdu ancak" diyecek benzer öykülere. Ve onun, o asil edasıyla... Yeni serüvenlere yelken açışını hissedecek uzaktan, kendi toplarken açtığı yelkenleri. Gülümseyecek... Neden gülümsediğini kimse anlamayacak... 

Böyle sevdalar vardır işte. Korkulara esir olup harcanan sevdalar. Bir tebessüme gizlenecek anılar gibi. Gözlerdeki o gri halkaların derin anaforlara sebeb olmasi gibi. 

Demirkan DEMİR

 


--
EGER BIRINE SEVECEK SEVGIN YOKSA ONA UMUT VERECEK GOZLERLE BAKMA!!!


http;//oykuceduygular.blogcu.com
yuregimdengecenler@googlegroups.com

--
Bu e-postayı Google Grupları'ndaki "Cadıların Mekanı - İnternetkadin.com" adlı gruba abone olduğunuz için aldınız.
Bu gruba kayıt göndermek için cadilarmekani@googlegroups.com adresine e-posta gönderin.
Bu gruba olan aboneliğinizi iptal etmek için cadilarmekani+unsubscribe@googlegroups.com adresine e-posta gönderin.
Diğer seçenekler için http://groups.google.com/group/cadilarmekani?hl=tr adresinden grubu ziyaret edin.

Blog Arşivi