Atatürk diyor ki: ''Milletimizi esir etmek isteyen düşmanlarımızı behemehal mağlup edeceğimize dair olan güvenim bir dakika olsun sarsılmamıştır.'' Mustafa Kemal ATATÜRK İnönü diyor ki: ''Devletimizin bânisi ve milletimizin fedakâr, sadık hâdimi, insanlık idealinin âşık ve mümtaz siması, eşsiz kahraman ATATÜRK; vatan sana minnettardır.'' İsmet İNÖNÜ GÜNÜN TARİHİ : 91 yıl önce bugün (31 Mart 1921) İsmet Paşa kumandasındaki ordularımız, düşman karşısında İkinci İnönü Zaferini kazandı. (Saatli Maarif Takvimi'nin 31 Mart Cumartesi günkü yaprağından) |
DÖRDÜNCÜ MURAT |
|
BATI'NIN TÜRK'LE DANSI ! Özcan PEHLİVANOĞLU |
Batı dünyası, Türkiye ve Türk Milleti hakkındaki gerçekleri bizden daha iyi biliyor. Yani bizi bizden daha iyi tanıyor. Yıllardır Datça'ya gelir giderim. Allah'ın nimetlerini hiç esirgemediği dünya cennetlerinden biri de; Datça'dır. Datça'nın bulunduğu yarımadanın son noktasında, tarihi milattan önce 2000'li yıllara kadar dayanan, antik kent Knidos bulunur. Bizim daha dün olanlardan haberimiz yok ve Anadolu henüz bizim tarafımızdan bilinmez iken, İngiliz Charles Newton 1856 – 1858 yılları arasında, İngiltere'den çıkıp Knisdos'a gelir ve 2 yıl boyunca kazı yapar. Pakize Suda eline mikrofon alıp, Türk halkının arasında dolaşsa ve "Knidos nedir" diye sorsa %99'umuzun ne cevap vereceği şimdiden bellidir. Sadece bu mu? Anadolu'yu ve halkımızı tanımamazlık, Cumhuriyet Dönemi'nde de devam eder. Charles Newton'dan sonra yine bir yabancı, bayan Amerikalı Prof. Cornelia Iris Love, Datça'da Knidos'a, 1968 – 1973 yılları arasında kazı yapmaya gelir. Bu yabancılar gelene kadar, Knidos neredeyse tamamen toprak altındadır. Peki bu İngiliz ve Amerikalı orada bir antik şehrin bulunduğundan nasıl haberdardı? Keza İtalyan Papaz Maurizio Garzoni, Türkiye'nin güneydoğu bölgesine 1768'de gelir ve 18 yıl boyunca oralarda gezer. Aramızda kavga çıkartacak nedenleri tıpkı barış gönüllüleri gibi tespit eder ve Roma'ya dönerek 1787 yılında ilk kürtçe grameri, kitap olarak basar. Acaba birilerinin, fitnenin en kolay çıkartılacağı yerin, o topraklar olduğu konusunda önceden bilgisi varmıydı? Yine XIX. yüzyılda Türkiyemizin sahip olduğu madenler, her nedense (!) yabancılar tarafından keşfedilmiş ve onlara tanınan imtiyazlarla da işletilmiştir. O dönemde halk, bugüne benzer bir şekilde; tarlasında çiftçi, ormanda işçi olarak, ürettiği malın tüccarı değildir. Mallarını işlenmemiş olarak satmakta, buna karşılık işlenmiş ürünler almaktaydı. Bu durumdaki bir halkın, madenlerine sahip olmak ve işletmek gibi bir sorunu olamazdı. Peki bizi yönetenler ne ile meşguldu? Yakın bir zamanda, böyle bir maden varlığımızın olduğu Fethiye'ye gittim. Fransız maden şirketinin hikayelerini dinledim. Kimine göre Fransa, üç dört yüzyıllık krom madenini Fethiye'den çıkardıkları ile ülkesinde depolamıştı. Cumhuriyetin bile bu imtiyazı, süresinin bitimine kadar engelleyemediğini anlattılar. O dönem Fehiye coğrafyasına ulaşmak neredeyse imkansız gibiymiş ama Fransızlar ulaşmış ve kromun kaymağını yemişler. Kervan geçmez, kuş sekmez, bataklık bir Fethiye'de onca mahrumiyete rağmen Fransızların kalması bana göre paradan başka idealleri gerektirir. Hatırlatalım ki; Türkiye'de 1848 yılında kromu bulan ilk kişide Lavrens Smith adında bir yabancıdır. Türkiyemizdeki ilk madenleri işletenlerinde Avusturya, Hollandalı, İngiliz ve Amerikalılar olduğu görülür. Benim ısrarla üzerinde durmak istediğim nokta, Batı dünyasının ve özellikle kilise gücünün, milletimiz ve üzerinde yaşadığımız coğrafya hakkında, bizim bilmediğimiz bilgilere sahip olmasıdır. Kanaatimce bu bilgiler Vatikan'ın gizli arşivlerinde saklanmaktadır. Peki bu bilgiler nasıl elde edilmiştir? Örneğin dini eğitim yanında, felsefe ve arkeoloji eğitimide gören cizvit papazı Giambattista Toderini 1781'de Venedik'ten İstanbul'a gelir. 1786'ya kadar Türk kültürü üzerine kapsamlı araştırmalar yapar, yazma ve basma kitaplar, astronomi ve coğrafya ile ilgili aletler, eski paralar toplar ve Venedik'e dönüşünde bunları bir kitap olarak yayınlar. Acaba halk olarak, biz o tarihte nelerle meşgulduk? Toderini ve onun gibi yüzlercesinin Türk topraklarına tesadüfen geldiğini ve uzun yıllar buralarda tesadüfen kaldığını kabul etmek mümkün değildir. O ve onun gibiler bir gaye uğruna gelerek ülkemizde planlı bir şekilde yaşadılar. Ve bilgi depolayarak, bilgi aktarımında bulundular. Bugün halen onların bize karşı yarattığı bu büyük güçle cebelleşiyoruz. Ve halende birçok şeyin farkında değiliz. Kimimiz Allah'ı aldatmakla meşgul, kimimiz parti kongreleri ile uğraşmaktan bunları düşünmeye vakit bulamıyor, kimimiz mezhep mücadelesi veriyor, kimimiz yüzyıllardır din tacirliği ile geçinenlerden medet umuyor, kimimiz kendi gemisini kurtardığına seviniyor... Oysa karşımızdaki güç; lambasını 24 saat, 365 gün açık tutarak, kazandıklarını kaybetmemek ve daha fazla kazanmak için amansız bir mücadele veriyor. Sizce bu mücadelenin kazananı şimdiden belli değilmi? Özcan PEHLİVANOĞLU Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (RUBASAM) Başkanı |
Kenan Evren'i Yargılamak
Abbas GÖKÇE
Kurucu Meclis ve Danıştay
E. Üyesi
12 Eylülde yönetime el koyan, Genelkurmay Başkanı ile onun arkadaşlarının yargılanması için, yargının yaptığı soruşturma sonuçlanarak, bu gün hayatta kalan Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya'nın, yargılanması için açılan dâva bu gün ilgili ağır ceza mahkemesinde yargılama aşamasına gelmiştir.
İddianamede bu iki kişi hakkında da müebbet ağır hapis cezası istenmektedir.
Demokratik rejimlerde ordunun, yasal yollarla yönetime gelmiş bulunan bir iktidarı hedef alarak darbe yapmış olması savunulamaz. Bunun bir suç olmadığını da iddia etmek mümkün değil. Ancak çaresizlik ve zaruretin yeni ihtiyaçların anası olduğu unutulmamalıdır.
12 Eylül öncesini bilmeyen veya yaşamayanlar bu gün; bir demokrasi havarisi kesilerek rahat bir hükümle Kenan Evren ile arkadaşının yargılanmasına neredeyse zil takıp oynamaktadırlar. Bu dâvada kandırılarak müdahil olmak için iktidar ve ana muhalefetin yanında binlerce gafil de; mal bulmuş mağribi gibi kuyruğa girmiş bulunmaktadırlar…
Şimdi gelin de 12 Eylül öncesine bir göz atalım.
1980 öncesi; Türkiye'de düzen bozulmuş, "Devrimci" ve "Ülkücü" adıyla Türkiye ikiye bölünmüş,anarşi başını alıp, gitmiş, vatandaşın mal ve can emniyeti kaybolmuş ve tüm anayasal düzen ile dirlik şirazesinden çıkmış bulunuyordu.
Sürekli sağ - sol çatışmaları yaşanmaktaydı. Ülkemiz yasa dışı örgütlerin eline geçmişti. Okullar, da bu güçlerce paylaşılmıştı.Karşı görüşte olanların okula gidip, gelmesi imkânsızlaşmıştı. Polis bile; Pol-der ve Pol-bir adlı kuruluşlarla ikiye ayrılmıştı.
Komşu iller birbirine düşman kesilmiş, seyahat dahil, bütün anayasal özgürlükler ortadan kalkmıştı.
Her gece köyler basılıyor, her gün 30-40 kişi öldürülüyor, ana-babalar öğrenci olan çocuklarının akşam eve sağ, salim dönüp, dönemeyecekleri endişesini taşıyordu.
Başta olanlar iktidar gücüne rağmen bu kaosa dur diyemiyorlardı!.. Kısacası bu terör ve anarşi yüzünden Türkiye elden gidiyordu. Buna " Dur!.." diyebilecek kimse yoktu… Herkes ümidini yitirmişti… Herkes bir kurtarıcı arıyordu. İktidar buna muktedir değildi.
Bütün çareler tükenip, Türkiye bu anarşi içerisinde bocalarken 12 Eylül 1980 tarihinde Atatürk'ün şerefli ordusu onun adına yönetime el koyarak her şeyi rayına oturtmaya çalışmıştı.
12 Eylül harekâtından hemen sonra; derhal Türkiye'de o vahim manzara değişmiş ve bütün Türkiye, haftalarca bayram etmiş, o meşum anarşi ve kaostan kurtulunca tüm Türk basını da istisnasız buna alkış tutmuştu ve artık herkes yarınından emindi. O günlerde ben de Evren Paşa için şunları yazmıştım:
" Evren Paşa, Evren Paşa!.. / Şimdi senin devran paşa!../ Dikkat seni yanıltmasın / Yanın, yören. çevren Paşa!../ Ne Demirel, ne Ecevit; / Bu millete sensin ümit…/ Ürüse de binlerce it; / Yürüyecek kervan Paşa!..
O günlerde Anayasa ve yasaları yapmak üzere, devrimci paşaların oluşturduğu "Danışma Meclisi", bozulan hukuk düzenini de rayına oturtmaya çalıştı.
Kurucu bir meclis olan "Danışma Meclisi" nde ben de Kars Üyesi olarak görev almıştım. O meclis Atatürk ilke ve devrimlerine son derece bağlı bir kuruluştu. Hiçbir zaman Konsey'den emir almamış ve kendi inisiyatifini kullanarak, o günün şartları içinde en demokratik Anayasa'yı hazırlamıştı. O zaman yasalar Danışma Meclisi'nde görüşülüp kabul edildikten sonra Milli Güvenlik Konsey'ine gönderilirdi. (Evren Paşa ve arkadaşları)
Biz de Anayasayı tamamlayarak oluşturduğumuz Anayasa metnini oraya gönderdik. Mili Güvenlik Konseyi, Bizim hazırladığımız metne 15 geçici madde monte ederek, kabulü için halkoyuna sundu. İşte geçici maddelerin de eklenmiş bulunan o Anayasa, Türk Seçmeninin % 91,37 oyuyla kabul olundu.
Tüm Anayasaya ile birlikte, kabul edilen geçici maddeler arasında kısaca şu hüküm de vardı:
" Millî Güvenlik Konseyinin, onun hükümetlerinin, Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz."
Bu açık hükme karşın; iktidar yargıyı da ele geçirmek yanında bir takım siyasi emel ve yatırımlar hülyası içinde; kendi yaralarına değiştirmek istedikleri Anayasa maddelerini kamufle ederek, halka 12 Eylülü yargılamak yutturmacasıyla Anayasa değişikliklerini gerçekleştirdi.
Oysa bu konuda, daha önceki suç duyuruları için; savcılarca, geçici 15. madde gerekçe gösterilmiş ve başka bir işleme gerek kalmadan takipsizlik kararı verilmişti.
Şimdi bu gün Evren Paşa yargılanıp, mahkûm olacak diye sevinip de kına yakanlar, hukukun üstünlüğü ve hukuki gerçekler açısından dut yemiş bülbüle döneceklerinden kimsenin kuşkusu olmasın. Zira:
● Bizim de, hiç demokratik bulmadığımız geçici 15 madde de; tüm Anayasa ile birlikte 18 Ekim 1982 tarihindeki referandum ile kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.
1982 Anayasası, % 91.37 oyuyla kabul edildi. Bu oran 1961 Anayasasının %61.5 olan "evet" oylarına göre çok yüksek bir kabul düzeyini yansıtmaktadır. Bu yüksek kabul oranının sebepleri arasında; 1980 öncesi kaos ve terörünün halkta derin izler bırakması, şiddet olaylarına tepki, eski siyasî iktidarlara güvensizlik ve referandumum sonucunun "hayır" çıkması halinde olacakların belirsizliği sayılabilir.
Kaldırılması referandum sonucu kabul edilmiş olmasına rağmen; geçici 15 maddenin kaldırılmış olduğunu kabul etmek bir hayalden başka bir şey değildir.
● O maddenin kaldırılmış olduğu bir anlık kabul edilse bile; ortada isnat olunan her türlü suçu silebilecek bir zaman aşımı vardır, zaman aşımı!.. Kırk yıla yaklaşan bir zaman aşımı!
Hukukun temel prensiplerini ve yasalarda öngörülen süreleri nazara almadan bu yargılamayı yaparak sonuçlandırmak gerçekçi olan hiçbir hukuk adamı ve hâkime yaraşmayacağı açıktır.
Kenan Evren'i yargılamaya başlayan bu zihniyet; bir gün de " Padişahımız Vahdettin'e darbe yaptı " gerekçesiyle Atatürk'ü yargılamaya kalkarsa, hiç kimse hayret etmesin!..
|
From: esin ayral <> |
|
BENiM MANEVi MiRASIM BiLiM VE AKILDIR!
"Ben, Manevi Miras olarak hiçbir Ayet, hiçbir Dogma,
hiçbir Donmuş ve kalıplaşmış Kural bırakmıyorum.
Benim Manevi Mirasım Bilim ve Akıldır...
Zaman süratle ilerliyor, Milletlerin, Toplumların,
Kişilerin Mutluluk ve Mutsuzluk anlayışları bile değişiyor.
Böyle bir Dünyada, asla değişmeyecek Hükümler getirdiğini
iddia etmek, Aklın ve İlmin gelişimini inkar etmek olur...
Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim
ve Başarmaya çalıştıklarım ortadadır.
Benden sonra Beni benimsemek isteyenler,
bu temel eksen üzerinde Akıl ve İlmin rehberliğini
kabul ederlerse, Manevi mirasçılarım olurlar."
ℂ⋆ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ℂ⋆
Grup mail adresi: makarna@googlegroups.com - Grup yöneticisi: makarna+owner@googlegroups.com - Grup anasayfa: http://groups.google.com/group/makarna - Gruba üyelik: makarna+subscribe@googlegroups.com - Grup üyelik iptal: makarna+unsubscribe@googlegroups.com