Evet derseniz bu rezillikler olacak! Sabahattin Önkibar1) Tayyip Erdoğan’ın sultanlığı yani mutlak hakimiyeti kesinleşecek. Karayasa kapıda... Anayasa içinde hangi tuzaklar saklı? Kemal Kılıçdaroğlu Siyaset Meydanı’nda anlatıyor: “Diyelim ki bir savcı sizinle ilgili ciddi iddialarda bulundu. Sizi tutuklattı, içeri girdiniz, aylarca içerde kaldınız. Sizin özel telefonlarınızı da dinletti, kamuoyunda sizi karaladı ve 3 ay sonra hâkim sizi tahliye etti. Siz, ‘haksızlığa uğradım’ diye gittiniz Adalet Bakanlığı’na savcıyı şikâyet ettiniz. Adalet Bakanı savcı hakkında soruşturma açılmasına izin verirse zaten soruşturma açılır. İzin vermezse sizin Danıştay’a başvurma hakkınız var. Danıştay soruşturma izni verebilir. Anayasa değişikliğiyle sizin elinizden bu hak alınıyor. Sizin Danıştay’a başvurma hakkınız yok artık. İşadamlarına anlattım bunu. Yarın mesela ben Adalet Bakanı olayım dedim. Beğenmediğim işadamları var. 3 tane imzasız ihbar dilekçesi yazdırırım, bir savcıya da telefon ederim bunları hallettiririm. İnanmak istemediler...” Kılıçdaroğlu bir başka örnek veriyor: - Tüpraş’ı özelleştirdik. İhale açıldı 1.3 milyar dolara bir grup aldı. Petrol-İş sendikası buna itiraz etti. Danıştay özelleştirmeyi iptal etti. Sonra bir ihale daha açıldı 12 Eylül 2005’te. Aynı Tüpraş’ın % 65 değil, % 51’lik hissesi 4 milyar 140 milyon dolara satıldı. Devlet 3 milyar dolar kazandı. Artık bu olamayacak. Anayasa değişikliği sonucu yerindelik denetimi yapamayacak Danıştay. Kamu yararı nedeniyle ihale iptal edemeyecek... Orhan Pamuk ve Referandum Orhan Pamuk’un halkoylamasına sunulacak olan anayasa değişikliğini “12 Eylül ile hesaplaşma belgesi” olarak değerlendirmesi ve bunu kullanacağı “evet” oyunun tek gerekçesi olarak açıklaması, AKP ileri gelenlerini bile bıyık altından güldürecek nitelikte büyük bir yanılgıdır. Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM Orhan Pamuk, kendisiyle yapılan bir röportajda referandumda “evet” oyu kullanacağını açıklamış (Radikal, 26.08.2010). Dilediği gibi oy kullanmak, özgürlüğün gereğidir. Ama bu özgürlüğü kullanan kişi, Nobel Edebiyat Ödülü almış bir yazarsa, açıklamasının temel dayanağının sorgulanmasına da açık olması gerekir. Burada “Anayasadan çok fazla anlamam, çünkü siyasi ve hukuki bir belgedir” demesini ciddiye almıyorum. Sanırım ona özgü bir “tevazu” belirtisi olmalı. Çünkü Pamuk, hukuksal ve siyasal belgelerle ilgisiz bir yazar değil. Esasen bir aydın için doğru olan da budur. Pamuk’un söylediklerine katılırsınız ya da katılmazsınız. Ama onun, edebiyatçı ve aydın kimliği ile hukuk ve siyaset alanında düşünce açıklaması, bu kimliğe yakışan bir davranıştır. Ancak Pamuk’un halkoylamasına sunulacak olan anayasa değişikliğini “12 Eylül ile hesaplaşma belgesi” olarak değerlendirmesi ve bunu kullanacağı “evet” oyunun tek gerekçesi olarak açıklaması, AKP ileri gelenlerini bile bıyık altından güldürecek nitelikte büyük bir yanılgıdır. Ama ben kendisinin buna içtenlikle inandığını varsayıyorum. Yoksa bu yazıyı kaleme alma zahmetine girmezdim. 22.08.2010 tarihli Vatan gazetesinde, bana yöneltilen bir soruya verdiğim cevapta özetle şunları söylemiştim: “Halkoylaması için, ‘12 Eylül’den daha uygun ve anlamlı bir gün bulunamazdı. Çünkü iktidar çevrelerince halka ‘12 Eylül’le hesaplaşmak’ diye sunulan bu paket, özünde 12 Eylül anlayışının daha da koyultulmuş olarak AKP’ye uyarlanmasından başka bir şey değildir. Özünde derken, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ile ilgili maddeleri kastediyorum. Bunlar anayasa değişikliğinin asıl amacı ve kalbidir. Gerisi bunu örtmeye yönelik zevksiz bir makyajdır.” Cumhuriyet okurları için belki tekrar olacak ama, işte kanıtları: 1. Cumhurbaşkanının AYM’ye dolaylı olarak seçeceği üye sayısı, yürürlükteki anayasaya göre sekizden ona, doğrudan seçeceği üye sayısı ise biri yedek olan üç üyeden dört asıl üyeye çıkarılmaktadır. Böylece 12 Eylül Anayasası’nın cumhurbaşkanı odaklı anlayışı, daha da pekiştirilmiş olarak sürdürülmektedir. Meclis’ten geçen anayasa değişikliği paketinde cumhurbaşkanının bu süreçteki belirleyici rolünün özel önlemlerle takviye edilmesi, -ki bu önlemler daha sonra AYM tarafından iptal edildi- 12 Eylül anlayışını, daha da ileri götürme amacının bir başka kanıtıdır. Tek farklılık, TBMM’nin dolaylı olarak seçeceği üç üyedir. Ancak bu seçimlerin üçüncü oylamasında, oylamaya katılanların basit çoğunluğuyla karar alınabilmesi, uzlaşmayı ortadan kaldıran ve tek bir partinin (yani somut olarak AKP’nin) belirleyiciliğini sağlayan bir düzenlemedir. Üstelik Meclis bunlardan birini Baro Başkanları toplantısında önerilecek üç aday arasından seçecektir. Ama bu seçimde yirmi binin üstünde üyesi olan İstanbul Barosu ile üye sayısı onları geçmeyen küçük bir taşra kentinin barosu eşit oya sahip kılınmıştır. Avukatların temsili hiçbir biçimde yansıtmayan böyle bir ortamda, Meclis’teki AKP çoğunluğu, baro başkanları seçiminde ilk üçe giren adaylar arasında en az oyu almış olsa bile, kendi ideolojisine yakın bir kimseyi, AYM gibi bağımsız olması gereken bir kuruluşa seçmekte güçlük çekmeyecektir. Nasıl mı? Üniversite rektörlerinin nasıl atandığını, kardeşi Prof. Dr. Şevket Pamuk’a sorarak, bu konuda bir fikir edinebilir. Oysa AYM’nin, kendi görev alanıyla ilgili olarak 2003 yılı sonunda hazırladığı anayasa önerisinde, yüksek yargı temsilcileri bakımından cumhurbaşkanının belirleyici rolü devre dışı bırakılmış ve böylece 12 Eylül modeli aşılmıştı. Yüksek mahkemelerden gelecek üyelerin seçimi, doğrudan mensup oldukları mahkemenin kararına bırakılmıştı. Ama AKP, kendisine bağlı bir mahkeme istediğinden, bu görüşlere itibar etmemiştir. 2) 12 Eylül anayasa anlayışı, HSYK ile ilgili değişikliklerde de sürdürülmüştür. a) AB organlarınca Türkiye ile ilgili olarak hazırlanan İzleme ve İstişari Ziyaret Raporlarında, Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK doğal üyesi olmaktan çıkarılması ısrarla önerilirken, 12 Eylül Anayasası’nın yapı taşı niteliğinde olan bu kurala dokunulmamıştır. b) AB Komisyonu istişari ziyaret raporları cumhurbaşkanının dolaylı da olsa Kurul’a üye seçme yönteminin kaldırılmasını önerirken, anayasa değişikliği paketi, cumhurbaşkanına dört üyeyi doğrudan atama yetkisi vermektedir. c) Aynı raporlar, “henüz kariyer aşamasında olan, gelecekteki atanma durumu ile ilgili beklentisi olan kişiler”in Kurul’un yapısında ağırlık taşımamasını, daha bağımsız davranacak olmaları nedeniyle “kariyerinin doruk noktasında olan kişiler”in belirleyici olmasını tavsiye etmektedir. Oysa anayasa değişikliğinde, tam tersine yüksek yargının temsilcileri Kurul’da sembolik bir azınlık olarak bırakılmaktadır. Böylesine ters-yüz edilmiş bir yapı, yargıyı siyasal iktidara bağımlı kılmanın en kestirme yoludur. d) 12 Eylül modelinin hâkimler ve savcıları aynı çatı altında toplayan ve yargıç güvencesini savcı güvencesine indirgeyen çizgisi aynen ve ısrarla korunmaktadır. Oysa raporlarda çok açık bir biçimde “yargıç ve cumhuriyet savcılarının mesleki görev ve haklarının işlevsel ve kurumsal ayrımının sağlanması için anayasanın değiştirilmesi” tavsiye edilmektedir. Bu örnekler “12 Eylül ile hesaplaşma” iddiasının kofluğunu ortaya koymaya yeterlidir. Tabii bunları tam kavrayabilmek için, 1961 Anayasası ile gelen bağımsız yargı düzenini iyi bilmek gerekir. Buna karşılık, -hukuk devleti ilkeleri içinde kalınacaksa- anayasa değişikliğinin makyaj bölümünde geçici madde 15’in kaldırılması, 12 Eylül sorumlularının yargılanmasını sağlayamaz. Bunun için darbe hukuku gereklidir. Şimdi Orhan Pamuk, bunları bilerek, yapılan değişikliğe evet diyecekse, ülkeyi güçler birliğine ve çoğunluk diktasına götürecek olan bu değişikliklerin sorumluluğunu dürüstçe üstlenmeli, “12 Eylül ile hesaplaşma” masalının arkasına sığınmaktan vazgeçmelidir. Başkan farkı... Melih Aşık Eski Parlamenter Mustafa Gazalcı dostumuz kısa bir not göndermiş. Okuyalım... “İki belediye başkanından söz edeceğim... Biri Denizli Belediye Başkanı Nihat Zeybekçi. 23 Ağustos 2010 tarihinde Denizli’de partisinin verdiği iftar yemeğinde konuşuyor: ‘Biliyorsunuz adamın biri geldi geçen gün. (CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na gönderme yapılıyor.) Sahtekâr mı sahtekâr, yalancı mı yalancı, iftiracı mı iftiracı, saygısız mı saygısız. Buradaki adamları da aynı.’ * * * İkinci örnek İzmir Anakent Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu. 26 Ağustos 2010 tarihinde İzmir Fuarı’nın açılışında Sanayi Bakanı Nihat Ergün bir kısım CHP’li tarafından ıslıklanıp yuhalanıyor. İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu kürsüye çıkıyor. ‘Bu İzmir’in konukseverliğine, hoşgörüsüne yakışmaz. Bu çirkin davranış için TC bakanından binlerce kez özür dilerim’ diyor. İki başkan, iki zihniyet, iki terbiye arasındaki farkı dikkatinize sunuyorum.” DÜNYADA BUGÜN / ALİ SİRMEN /Tayyip Erdoğan’dan ‘Hayır’ Gerekçesi Pazar günkü gazeteyi okurken, Orhan Bursalı’nın köşesine gelince kanım dondu. Orhan’ın anlattığına göre, Nobel ödüllü yazar adaşı diyesiymiş ki, - Anayasadan çok fazla anlamam, çünkü hukuki ve siyasi bir belgedir. “Kara Kitap”ı yazan bir adamın, anayasadan anlamaması mümkün mü? Kendisinden uzman olmasını beklemiyoruz, ama kaderini etkileyen bir metni anlamamakta direnmesini de anlamak mümkün değil. Orhan Pamuk, anayasadan anlamak zorunda. Kendisine karşı sorumluluğunun zorunluluğu bu. Kendisine karşı sorumluluk bir yana bana karşı sorumluluğunun da gereği bu. Çünkü yapılacak referandumda, anlamadığı anayasa konusunda vereceği oy, benim de yazgımı çizecek. Hiç değilse, şunları söyleseydi Orhan Pamuk biraz daha makul karşılardık: - Anayasadan çok fazla anlamam, çünkü hukuki ve siyasi bir belgedir. Onun için referandumda oy da kullanmayacağım. Ama onu da söylemiyor. Pek fazla anlamadığı konuda “evet” diyeceğini belirtiyor. Bu toplumun Nobel ödüllüsü, anlamadan evet diyeceğini açıklıyorsa, varın siz gerisini hesap edin! 12 Eylül 2010’u düşündükçe, tüylerim diken diken oluyor. *** Orhan Pamuk örneği, “evet”çilerin saptırmaları üzerinde tartışmanın buradaki aldatmacaları ortaya koymaya çalışmanın ne kadar anlamsız olduğunu ortaya seriyor. Son zamanlarda, artık “evet mi hayır mı?” sorularından bıkmaya başlamıştım ki, Mine cumartesi günkü gazetelerden birinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir açıklamasını okudu ve hemen buyurdu: - Her şeyi açık açık anlatıyor. Sen de bunu yaz da herkes görsün! Bir köşe yazarı, karısı yaz deyince, yazmaktan başka ne yapabilir ki? Ben de yazıyorum. *** Bakın Tayyip Erdoğan perşembe günü katıldığı iftar yemeğinde ne demiş: “İnanın ayaklarımızda pranga var. Biz prangaları çözemediğimiz sürece, sizler belki dışarıdan zannediyorsunuz ki, parlamentonun yüzde 65’ine sahipsin çöz de git! Neyi çözüyorsun? Türkiye’de parlamentonun da, yürütmenin de üzerinde bir yargı gücü var. Seni engelliyor. Ben bugün vali ataması yapamıyorum. Seni engelliyor. Atadığım valiyi geri iade ediyor aynı anda. 23 kere bir müdürü geri iade ediyor (geri iade ediyor denmez ama üslup Başbakan’ındır aynen koruyorum A.S.) Ben bir yürütme ve hükümet olarak, istediğim müdürü istediğim yere atayamazsam, istediğim valiyi istediğim yere atayamazsam, bu ülkede ben nasıl icrai faaliyet yapacağım? Halkın karşısına o mu geliyor, ben mi geliyorum?.. Yarın beni siz yargılayacaksınız, vatandaş yargılayacak. İyi yaptın kötü yaptın diye bana diyecek olan kim. Onlar halkın karşısına çıkmıyor ki, ben çıkıyorum halkın karşısına. Hesabı veren ben, ama gelip bana zulmeden de o. Bu böyle yürümez. Onun için bu anayasa değişikliğine evet istiyoruz.” *** Tayyip Bey’in 23 Nisan 2010 yılında koltuğunu sembolik olarak küçük bir çocuğa bırakırken söyledikleri de şuydu: - Artık mühür sende, ister asarsın, ister kesersin! Tayyip Bey’in bu iki konuşması 12 Eylül’de anayasa referandumunda neden hayır oyu vereceğimi gayet iyi açıklıyor. Görüyorsunuz Tayyip Bey kendi sözleriyle açıklıyor ki, 12 Eylül oylamasının asıl gerekçesi kendi astığı astık, kestiği kestik yönetiminin önündeki yargı engelini kaldırmak. Tayyip Bey’e bu açık sözlü konuşmasından dolayı çok teşekkür ederiz. Bütün aldatmacaların ardında, gerçek niyetin ne olduğunu şimdiye dek hiç kimse, bu kadar net bir biçimde anlatamamıştı. Teşekkürler Tayyip Bey! “Hayır”ın en güzel en açık gerekçesini bizzat siz verdiniz. |
BENiM MANEVi MiRASIM BiLiM VE AKILDIR!
"Ben, Manevi Miras olarak hiçbir Ayet, hiçbir Dogma,
hiçbir Donmuş ve kalıplaşmış Kural bırakmıyorum.
Benim Manevi Mirasım Bilim ve Akıldır...
Zaman süratle ilerliyor, Milletlerin, Toplumların,
Kişilerin Mutluluk ve Mutsuzluk anlayışları bile değişiyor.
Böyle bir Dünyada, asla değişmeyecek Hükümler getirdiğini
iddia etmek, Aklın ve İlmin gelişimini inkar etmek olur...
Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim
ve Başarmaya çalıştıklarım ortadadır.
Benden sonra Beni benimsemek isteyenler,
bu temel eksen üzerinde Akıl ve İlmin rehberliğini
kabul ederlerse, Manevi mirasçılarım olurlar."
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Grup mail adresi: MAKARNA@googlegroups.com
Grup yöneticisi : makarna+owner@googlegroups.com
Grup anasayfa : http://groups.google.com/group/MAKARNA